Hatay ili deniz seviyesinden 2240 metreye kadar yükselen dağları, ovaları, nehirleri, gölleri, sulak alanları, denizel alanları, kıyı kumulları vb. farklı ve zengin ekosistemleriyle çok özel bir konuma sahiptir. Nesli tehlike altına olan pek çok bitki ve hayvan türü, nadir ve endemik canlı çeşitliliği, özel yaşam alanları ve çok daha fazlası… Verimli ovaları ve uygun iklimsel koşullarıyla eşsiz bir tarımsal biyoçeşitlilik… Medeniyetlerin binlerce yıllık harmanıyla oluşmuş benzeri olmayan bir tarihi ve kültürel zenginlik…
Sahip olduğu onca zenginliğin yanında bu eşsiz coğrafyanın bir de şansızlığı var. Üç büyük tektonik levhanın kesişme yerinde yer alan şehrimiz çok yüksek bir depremsellik gösteriyor. 6 Şubat 2023 tarihinde belki de insanlık tarihinin gördüğü en ölümcül depremi yaşadık. Üstelik tarihi kayıtlar benzer yıkımları defalarca yaşadığımızı gösteriyor. Öte taraftan yaşadığımız coğrafya Küresel İklim Krizinden en yüksek seviyede olumsuz etkilenebilecek bir bölgede yer alıyor. Bilim insanları tarafından bölgemizde aşırı kuraklık, aşırı sıcaklık, fırtına ve sel gibi iklim olayların şiddeti ve sıklığının artacağı tahmin edilmektedir.
Dünyada yaşanan pek çok olumsuzluk sonrasında “Dirençli Kentler (Deprem Dirençli Kent, İklim Dirençli Kent, vb.)” kavramı üzerinde durulmuş ve gelişmiş ülkelerde bu yönde hazırlıklar hız kazanmıştır. Dirençli kent, olası kriz ve sorunları öngören, hazırlık yapan ve olay anında hızlı ve etkili çözümler üretebilen kenttir. Tüm bu süreçlerin başarıya ulaşabilmesi için kenti oluşturan tüm kurum, kuruluş, STK ve vatandaşların birlikte uyum içerisinde olması gerekiyor.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde ve şehrimizde nüfusun artması barınma, gıda, sağlık, ulaşım, altyapı vb. hemen her konuda ihtiyaçlarında artmasına neden olmuştur. Üstelik komşu ülke Suriye’de yaşanan savaş dolayısıyla ülkemize gelen sığınmacılar belirli bölgelerde ani bir nüfus artışına neden olmuş ve bu durum ciddi sıkıntılar doğurmuştur. Tüm bunlara bazı insanların zenginleşme hırsı ve açgözlülüğü eklenince durum içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Şehirlerin ihtiyaçları arttıkça doğal kaynaklara olan ihtiyaçta buna paralel olarak artmış, doğal kaynakların kirlenmesi ve işgali hız kazanmıştır. Barınma ve tarımsal üretim amacıyla doğal alanlar işgal edilmiş, kanalizasyon ve çöpler nedeniyle doğal alanlar kirletilmiştir. Tüm bunlara ek olarak bazı insanların kişisel çıkarları doğrultusunda verdikleri zararlar küçümsenmeyecek kadar fazladır. Elbette doğal kaynaklar kullanılmadan insanların, şehirlerin ve ülkelerin ayakta kalması beklenemez. Fakat burada önemli olan konu doğal kaynakların, tüm toplumun ihtiyaçları doğrultusunda, koruma-kullanım dengesi gözetilerek sürdürülebilir kullanımının sağlanmasıdır. Balıkçılık, madencilik, tarım, su kullanımı, yenilenebilir enerji, atık yönetimi, ulaşım, yapılaşma vb. tüm faaliyetlerde iyi uygulamalar ve kötü uygulamalar söz konusu olabilmektedir. Kötü uygulamalar kısa vadede çok karlı ve sorunları çözmüş gibi görünseler de uzun vadede toplumun büyük bir kesimine çok ciddi maliyetler yüklemektedir. Yaşadığımız deprem felaketi ve covid-19 pandemisi nedeniyle büyük bedeller ödedik. Küresel İklim Krizinin gölgesinde, daha büyük acılar yaşamamak için, doğaya uyumlu, doğayı koruyan dirençli şehirler inşa etmek zorundayız. Bunda hepimizin büyük bir sorumluluğu var.