Çadırdan Adana’ya
Kurulan çadır hastanesindeki doktor ve hemşirelerin hiçbirini tanımıyordum ama sanki yıllardır tanıyor gibiydim hepsini… Öyle şefkatle yaklaşıyorlardı ki gelen her yaralıya, anlatabilmek mümkün değil…
Doktor hanım ilk olarak kaç saat enkazda kaldığımı sordu, ‘yaklaşık 15 saat’ diye cevap verdiğimde gözlerindeki inanmamazlığı şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü depremden 26 saat sonra oraya getirilmiştim. Tüm vücudumu muayene ettikten sonra Adana’ya sevk edileceğimi söyledi, bütün hastaneler yıkılmış ya da ağır hasarlıymış. ‘Ben iyiyim, sevke gerek yok’ dediğimde ‘burada röntgen bile yok, vücudunda kırıklar var ve mutlaka tüm vücut tomografi ya da röntgen çekilmen gerekiyor’ dedi. ‘Sol omzum dışında sorun yok, ben iyiyim’ dediğimde ‘kendini çok zorlamadan kalkmaya çalış bakalım’ dedi, elbette ki kalkamadım. Çift koldan damar yolu açılmıştı ve sürekli sıvı veriyorlardı bana. Yaklaşık 2 saat sonra Başak Ablam geldi, ‘nerdesiniz, niye beni yalnız bıraktınız’ diye çıkıştım. Ablam beni ürkütmeden bütün şehrin yıkıldığını, yolların çöktüğünü anlatmaya çalıştı, ‘saçmalama, sadece bizim mutfak yıkıldı’ diye cevap verdiğimde dondu kaldı. Sonra Hasan ile irtibat kurduk, bir çok dostum ve arkadaşım gibi endişeyle haber bekliyormuş benden… Çalıştığı Adana Özel Medline Hastanesi’ne sevk edilecektik, sevk sıram sürekli ‘öncelikli’ olarak belirtildi ama gelen acil hastaların sevkleriyle yaklaşık 6-7 saat çadırda ambulans bekledik. Niğde 112’den takviye gelen bir ekiple Adana’ya doğru yola çıktık, varışımız akşam 8’i buldu. Acilde Gülay ve Yılmaz, okuldan arkadaşlarım Meral ve Özlem ile birlikte elbette Hasan beni bekliyordu. Tüm filmlerim çekildi; kalça, omurga, kaburga, kürek ve köprücük kemiklerimde toplam 13 kırık varmış. ‘Nasıl olur Hasan, ben dün gece yürüyordum’ diye itiraz ettim. Paniklemeyim diye herhalde kimse bilinç bulanıklığımı düzeltmeye kalkmadı, ‘şu an durum net olarak bu’ dedi Hasan ve ortopedinin beni ameliyata alacağını söyledi. Zaten çok ağrım vardı ve ayağa kalkamıyordum, anlamıyordum ama ikna oldum. Havada asılı ve sıkışık kaldığım süre çok korktuğum ‘Crush Sendromu’nun ortaya çıkmasına yetmiş; kas enzimlerim çok yüksekti ve ameliyat ancak bu enzimler belirli ölçüde düştükten sonra yapılacaktı.
Serviste takibe alındım, yerimden kıpırdamadığım sürece ağrım olmuyordu ama en ufak hareketimde inanılmaz ağrılarım oluyordu. Nihayet 10 Şubat Cuma günü ameliyatım yapıldı, kalça kemiklerime ve köprücük kemiğime platin takıldı, diğer kırıklarıma müdahale edilmeden iyileşmeye bırakıldı.
Eşimin öldüğünü Adana’ya gelişimin ilk gecesinde idrak ettim. Hikayemdeki tutarsızlıkları kavramak üç-dört günümü aldı.
Temizlikçi sandığım insanlar beni enkazdan çıkarmak için Kastamonu’dan gelen madenci ve İzmir’den gelen dağcı gönüllü ekiplermiş. Ben hiç çıkmamışım, eşimle ve diğer isimler ile hiç konuşmamışım…
Enkazda aldığım yaraların izi hala vücudumda duruyor, yüreğimi hiç sormayın!…
‘Rabbim bir daha yaşatmasın’ diye dua ediyoruz ama bize bunları yaşatan bu çağda Rabbim değil, kulları ne yazık ki; O’nun verdiği aklı ve vicdanı kullanmayı reddeden kulları… Her ilde bir vali, onlarca kaymakam var. Her ilin milletvekilleri, belediye başkanları seçiliyor. Mimarlar, mühendisler bu işin okulunu okuyor! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı her ilde örgütlü, yapı denetim firmaları bir tek fatura mi kesiyor? Bu bir doğa olayı ile beraber planlayarak ve kasten katliam yapmak değil de nedir bu bilgi ve teknoloji çağında? ‘Avrupa bizi kıskanıyor’ sanırken bize ne nasıl acıdıklarını gördük… Biz gerçekten acınacak bir toplumuz zira ne iktidar ne de muhalefet bu kıyımın gerçek sorumlularına bir fatura kesmedi, bir kaç müteahhit dışında hiçkimseye soruşturma açılmadı, açılması talep bile edilmedi…
‘Kader’imiz ne yazık ki insanını yaşatmaya çalışmayan siyasilerin elinde, onların da kaderi bizim elimizde yani suçlu aslında biziz! Bizi ‘can’ yerine koymayan, sadece ‘seçmen’ gözüyle bakıp günü kurtarmaya çalışan siyaseti (iktidarı ve muhalefetiyle) var eden de biziz!
Hatay elden gitti mesela, Hatay kalmadı. Buna yol açan düşman değil de nedir? Bu suç ‘vatana ihanet’ değil de nedir? Hangi düşman on binlerce canımızı öldürebilir, yüz binlerce canımızı yaralayabilir, milyonları evsiz birakabilirdi?