Hayatın olağan akışı nedir? Belli bir standardı var mı? Bu akış kişi, yer ve zamana göre mi değişiyor? Yaşadığımız hayatlar, hayatın olağan akışına aykırılık içeriyor mu? İnsanların büyük çoğunluğu hayatı alışkınlıklarıyla birlikte yaşar. Kişilerin, toplumların alışkanlıkları vardır. Zaman içerisinde yaşadığınız coğrafyanın, sosyolojik olarak, bir “normali” oluşur.
Bu normal, sizin için öyleyken diğerleri için anormal olabilir. 6 Şubat deprem felaketi sonrasında toplumun normalleri değişti. Yaşadığımız olağanüstü süreç sonunda aksi de düşünülemezdi zaten. Felaket öncesinde konforlu evlerimizde, mahallelerimizde yaşıyorduk. Güvenlik problemlerimiz çok azdı. Eğitim, sağlık, iş hayatı, sosyal hayat her şeyin belirli bir normali vardı. Bir Pazar uyuduk ve uyandığımızda tüm bu düzen, tüm hayatımız altüst olmuştu. Çok büyük acılar yaşadık. Akrabalarımız, dostlarımız, komşularımız, evlerimiz, mahallelerimiz ve şehrimizi kaybettik. Büyük bir kaos yaşandı. Aradan neredeyse 1 yıl geçti. Şimdi, mecburiyetten, yeni normallerimiz, yeni alışkanlıklarımız var.
6 Şubat depremi, daha önce eşine az rastlanan, olağanüstü bir doğal afetti. Peki deprem sonrasında yaşadıklarımız hayatın olağan akışına uygun muydu? Böyle büyük bir depreme Japonya, ABD ya da gelişmiş bir Avrupa ülkesinde yakalansaydık yine aynı şeyleri yaşar mıydık? Bu ülkelerde geçen 1 yılın sonunda depremin yarattığı, en başta barınma sorunu olmak üzere, büyük sorunların ne kadarı çözülmüş olurdu? Bu soruların cevaplarını bu coğrafyanın güzel insanların takdirine bırakıyorum.
Geçen onca zamanın ardından kimimiz çadırlarda, kimimiz konteyner kentlerde, kimimiz az hasarlı evlerde yaşamaya alıştık, alışıyoruz. Şehir merkezi ya da mahallelerimizde uçsuz bucaksız boş alanları, moloz ya da demir taşıyan kamyonları, tahrip edilmiş yolları ve moloz dağlarını görmeye alıştık, alışıyoruz. Elektrik, su, internet kesintilerine alıştık, alışıyoruz. Sit alanlarına, tarım alanlarına ve molozların üzerine “depremkondu” yapılmasına alıştık, alışıyoruz. Hırsızlıklara, ahlaksızlıklara alıştık, alışıyoruz. Hayat pahalılığına, ev sahiplerinin, ustaların yüksek ücretler talep etmesine alıştık, alışıyoruz. Alışıyoruz, kanıksıyoruz çünkü başka çaremiz yok. Ama bu normalleştiğimiz anlamına gelmiyor. Normalleşmedik ve daha uzun bir süre normalleşme imkânımız yok maalesef.
Alışmak, kanıksamak çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü “ağlamayan çocuğa meme vermezler” atasözünün belirttiği gibi, ihtiyaç ve isteklerini belirgin bir şekilde ifade etmeyenler, istediklerini elde edemezler. Bu bizim toplumumuzun normali. Bu nedenle toplum olarak daha talepkâr ve ısrarcı olmamız gerekiyor. Tamahkârlık, fırsatçılık, hırsızlık çok yaygın bir durum maalesef. Bunların önüne geçmek zorundayız. “Tedbir kuldan, takdir Allah’tan” diye güzel bir söz var. İnsanların sorumluluklarından kaçmayıp tedbir almakla yükümlü olduklarını anlatan. Toplum olarak tedbir almalı ve hazırlıklı olmalıyız. Hayatın olağan akışını toplumlar belirler. Bu nedenle sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir toplum için hep birlikte elimizden geleni yapmalıyız.
Yazı boyunca hep olumsuzluklar ve beklentilerden bahsettim belki ama yazıyı deprem felaketinden bugüne hep yanımızda olan “güzel insanlara” teşekkür ederek bitirmek istiyorum. İyi ki varsınız.