İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE GÜNDEM

Share on facebook
Facebook
Share on twitter
Twitter
Share on whatsapp
WhatsApp

Kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen 11 Mayıs 2011 tarihinde uluslararası katılımcılar tarafından İstanbul’da imzaya açılan, TBMM tarafından kabul edilen ve ülkemizde de yürürlüğe giren “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” son günlerin hassasiyet celbeden konusu.

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili bugünlerde pek çok kesimden, sözleşmenin farklı yönlerine dair fikir ve kanaatler yayınlandı, tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekildi.

Öncelikle bir hususu belirtmekte yarar var.  İslam medeniyeti sağlam bir toplumsal yapı oluşturmayı hedefler. Kadına şiddeti asla tasvip etmez. Yaratılışta kadın ve erkeğin birbirinin tamamlayıcısı olarak mükellefiyet, kulluk ve insan olma açısından eşit olduğunu belirler. Buna yönelik her türlü tedbiri alır, güvenini bozacak, tehlikeye düşürecek her türlü olumsuzluğa karşı çıkar.

Bu girişten sonra bugüne kadar gündeme getirilenlerin dışında birkaç maddeyle olayın başka yönleri üzerinde durmak istiyoruz.

Öncelikle; Acaba bu İstanbul Sözleşmesiyle farkında olmadan bilmediğimiz bir yerlere doğru mu çekiliyoruz?  Ve bu tartışmayla “orta sahada top mu çeviriyoruz?” sorusu sorulmalıdır.

İkincisi; Tartışmalarla sapkın grupların ekmeğine yağ sürülmemeli, amaçlarına hizmet edilmemelidir. Zaten onlar da sözleşmenin bu şekilde gündeme getirilip, tartışılmasıyla meşruiyet kazanmasını istiyor olabilirler. Bu konuya bu şekilde takılmamız, -doğruları ifade etmiş olsak bile- onların hedeflerine/stratejilerine hizmet eder. “LGBTİ, Eşcinsellik” gibi kavramları devamlı gündemde tutmak sapkın grupların işine geldiği gibi, gündemi saptırmak isteyenlerin de işine gelmektedir.

Üçüncüsü; Sorunun muhatabı iktidardır. Bu hususu düzeltecek tek merci de Cumhurbaşkanlığı makamı ve TBMM’dir. Çıkaracağı Kanun Hükmünde Kararname veya yasa ile sorun çözülebilir. Ne var ki görüldüğü kadarıyla konunun muhatabı, henüz hiçbir şekilde topa girmemekte, sorunu belli kitlelere havale ederek gerçek gündemi maskelemek için kullanmaktadır.

Dördüncüsü; Sözleşme üzerinden ülkede bir kutuplaşma ortamı oluşturuluyor. Böyle bir ortamdan kim ya da kimler beslenir sorusu sorulmalıdır.

Beşincisi; Bu sözleşmenin arkasında küresel güçler var. Bunlarla ancak devlet gücüyle mücadele edilebilir. Bu grupların temel stratejisi lehte veya aleyhte mutlaka konuşuluyor olmaktır, konunun gündemde tutulmasıdır. Bundan dolayı bu husus gözüne alınarak yeni politikalar geliştirmelidir.

 Kaldı ki yaşanan tüm olumsuzlukları yalnızca bir yasaya bağlamak, bütün gündemi buna has kılmak, gündemin merkezine yalnızca bir konuyu almak hiçbir sorunu çözmez.

Bu kanun aslında Türkiye’nin genel politikalarının bir yansımasıdır. Bu eğitim müfredatıyla, Avrupa Birliği ana hedef görüldüğü sürece böyle bir son kaçınılmazdı.

Özetle; değerlerimizle örtüşmeyen bazı sapkın konuların halk arasında sürekli tartışılması, sıkıntılı birçok kavram ve mefhumun her eve girmesine, çocuklarımızın zihinlerinin daha küçük yaşlarda çarpık bir gündem tarafından şuuraltınının kirlenmesine ve biçimlendirilmesine neden olmaktadır.

Başkaları tarafından oluşturulan gündemlerin dilden dile dolaşması, sapkınlık propagandası yapan odakların arzusu doğrultusunda bir tablo ortaya çıkarmakta ve en ücra köşelere dahi seslerini ve sözlerini ulaştırma imkânı sunmaktadır. Bu konuların bu kadar çok konuşulması iki kesime yaramaktadır; Sapkın gruplar ve bu konu üzerinden rant elde etmek isteyenler.

Doç. Dr. Necmettin Çalışkan 16.5.2020

İlgili Haberler

Share on facebook
Share on twitter
Share on whatsapp
Share on pinterest
Share on tumblr
Share on email
Puan Durumu