6 Şubat 2023 felaketinin üzerinden 7 ay geçti. O gün ve sonrasında, bu coğrafyada yaşayan hiçbir insanın daha önce tanık olmadığı, çok büyük acılar yaşandı. Adeta bir “küçük kıyamet” koptu. On binlerce insanımızı kaybettik. Yüzbinlerce insanımız evsiz kaldı. Bazı mahallelerimiz ve kadim şehir Antakya’mız yok oldu.
Depremin yıkıcı etkisinin yanında, yağma, hırsızlık, adaletsizlik ve ahlaksızlık pek çok insanı mağdur etti ve hala mağdur ediyor. O günden beri, biraz düzelse de, hâlâ bir kaotik durum var. Yıkım firmalarının düzensiz ve özensiz çalışmaları şehrin altyapı ve üstyapısına çok ciddi zararlar verdi\veriyor. Denetimsiz bir şekilde yollar, internet hatları, su hatları, kanalizasyon hatları, kaldırımlar, ağaçlar ve daha pek çok yapı zarar gördü. Zarar gören tüm bu yapılar bizim vergilerimizle yapılmış “milli servet” niteliğindedir. Burada çok ciddi bir kamu zararı oluşmuştur. Bu zararın karşılanması için söz konusu firmalara dava açılmalı ve bu firmalar yarattıkları bu zararı her kuruşuna kadar ödemek zorunda bırakılmalıdır.
İnsan ve çevre sağlığını hiçe sayan bu çalışmalar telafisi mümkün olmayan yıkıcı etkilere neden oldu/oluyor. Yıkımlar sırasında gerekli önlemler (ki yönetmenlikte alınması gereken önlemler bellidir) alınmadığı için hava, toprak ve su zehirli kimyasallarla kirletilmiştir. Bu kirlilik nihayetinde insanlar ve diğer tüm canlılar için bir risk oluşturmaktadır. Bu güne kadar kirliliğin boyutuyla ilgili bazı ölçümler yapılmış olsa da yakın gelecekte yapılacak kapsamlı çalışmalar durumun ciddiyetini ortaya koyacaktır.
Deprem sonrası en büyük sıkıntıların başında barınma sorunu gelmektedir. Başta bir çadır bulmak bile çok zor oldu. İnsanlar kendi çabalarıyla sığınabilecekleri derme çatma yerler yaptılar. Kimi aylarca arabalarda kaldı. Kimi seralarda, barakalarda… Sonra çadır kentler oluşturuldu. Bunu konteyner kentler takip etti. Şimdi deprem konutları yapılıyor. Tüm bu süreçte sürekli eksiklikler, mağduriyetler oldu. Konteyner kentler ve çadır kentler belki “geçici yaşam alanları” olarak planlandı fakat bireysel ve toplumsal ihtiyaçları karşılamaktan uzaklar. Üstelik daha pek çok insanın konteyner ihtiyacı giderilebilmiş değil. İnsanlar sosyal canlılardır. Dip dibe konulan konteynerler, yeşil alanların ve toplanma alanlarının olmayışı ve daha pek çok eksiklik temel insani ihtiyaçların karşılanmasını olanaksız kılmaktadır. En azından bundan sonra planlanacak ve uygulanacak projeler tüm bu hassasiyetler düşünülerek yapılmalıdır. Çünkü bu alanlar daha uzun bir süre kullanılacak.
Gelelim “iyi niyet” mevzusuna. Devletin yetkili kurum ve kuruluşları, STK’lar, yerel yönetimler ve uluslararası kuruluşlar pek çok toplantı yaptılar. Bu süreçte birçok oluşum kuruldu. Şehrin yeniden inşası, geçici barınma yerleri, yıkım işleri, molozların depolanması, sağlıklı gıdaya ve suya erişim, çocukların ve gençlerin eğitimi ve daha birçok konuda pek çok iyi niyetli plan ve iyi niyetli beyanlar yapıldı. Resmi talimatlar verildi. Fakat fiili durum maalesef çok iç açıcı değil. Şehrin her yerinde insanlar, başlarının çaresine bakabilmek amacıyla, herhangi bir ruhsat almadan, zemin etüdü yapmadan, denetim olmadan, binalarını (prefabrik, briket vd.) yaptı\yapıyor. Bu yapıların depreme dayanıklı olup olmadığı meçhul. Gecekondu şeklinde yapılan bu evlerle düzenli bir şehir yaratmak çok zor. Pek çok insan bu süreçte dolandırıldı. Yıkım işleri çoğu yerde özensiz bir şekilde devam ediyor. Moloz döküm sahalarında gerekli önlemler alınmadı. Barınma sıkıntısı sürüyor. Belirli bölgelerde temiz suya ve internete erişim sıkıntıları var. Daha pek çok çözülememiş sorun var.
Düzensiz ve denetimsiz bir şekilde yapılan bu uygulamaların, insan ve çevre sağlığı, doğa, tarım ve de kadim şehrimiz Hatay’ın yeniden inşası açısından geri dönüşü olmayan zararlar vereceği aşikardır. Bu nedenle “iyi niyetli” planların sıkı bir denetim altında, hiç vakit kaybedilmeden, “iyi uygulamalar” olarak hayata geçirilmesinin sağlanması son derece hayati öneme sahip. Bugün geç kaldık. Yarın daha da geç olacak.